Kitap: Delilik Ülkesinden Notlar-Ayşe Şasa

Ayşe Şasa, kitabın Sunuş bölümünde "Koyu bir inançsızlıktan yoğun bir inanca yönelen biri, yol üstünde neler yaşar, neler görür, neler söyler?" ifadesini kullanıyor. Bu cümle kitap içeriği hakkında bize bilgi veriyor. Kitapta şizofreni hastalığından tasavvuf ile kurtuluş hikayesi anlatılıyor.

Ayşe Şasa, doğar doğmaz Avrupa'da önemli bir çocuk bakımı okulundan diplomalı, Macar Yahudisi bir kadına teslim ediliyor. Bir mürebbiyenin eşliğinde büyüyor. Çok disiplinli mürebbiyelerin elinde zor bir çocukluk dönemi geçiriyor.

Hayat hikayesi için; Hep bir arayışın, hakikat arayışının özeti olduğunu söylüyor. Daha 6-7 yaşlarından başlayarak bu alemdeki varlığının sebebini, çevresindekilerin özelliklerini sorgularmış. -Yaşamın anlamını sorgulama konusundaki saplantılı alışkanlığını anneannesine borçlu olduğunu söylüyor.-
Kitabın ilk kısımlarında delilik dönemlerindeki notlarını paylaşıyor. Duygularını, düşüncelerini sürekli akıllıların dünyasına özgü tarzda kodlamaya çalıştığını, başka türlü iletişim kurmanın ve konuşmanın imkansız olduğunu söylüyor. 
Başkalarını gözetlediğini, başkalarının kendisini gözetlediğini ve o başkalarını da başkalarının gözetlediğini düşünüyor ve bu gözetleme silsilesini şöyle ifade ediyor:


"Mutlak'a kadar zincirleme giden bu korkunç yabancılaşma ve gözaltı duygusu içinde, ancak Allah; en uçta Allah'ın var olduğu inancı insana güven verebilir. Allah inancı olmadan, tam bir cehennem yaşantısı olurdu bu."  

Belli aralıklarla hayatını kasıp kavuran şizofreni nöbetlerine kendince bir anlam verme savaşı sürdürüyor. Eğer bu savaşı sürdürmeseydi bugün düşünmeyen, konuşmayan iletişim kuramayan varlık durumuna indirgenirdim diyor.
Bu sebeple, sürekli sorgulayan, düşünen mekanizma harekette olmalı, yazmak ve konuşmak düşünmeye yardımcı olan kaçınılmaz şeylerdir.

30 yaşında şizofreniye yakalanıyor. Geçirdiği nöbetler sırasında "Düşüncelerim, hayallerim yargılıyor beni" diyor.
Cehennemi yaşadığını düşünüyor. Dizi dizi asılmış insanlar, çocuk leşleri, bütün evreni kaplayan ceset kokusu, sevdiklerinin çığlıkları, kopmuş kelleleri ve uzuvları.. Baktığı yerlerde bunları görüyor. Çocukluğu boyunca ailesinin ona özel olarak tuttuğu yahudi ve alman bakıcıların onu bugün için yetiştirdiklerini, insanlığın kendisi vasıtasıyla kıyamete doğru yuvarlanacağını düşünüyor. "Ben bu iş seçilmiş bir kobaydım." diyor. Annesi çok zeki babası çok iradeli olduğu için gestapo onları özel olarak seçip, birleştirmiş diye düşünüyor.
Fakat daima düşünüp, sorguladığı içinde "..Yanlışa direnmeli,bu konuda Allah'tan yardım istemeliydim. Evrensel zulme karşı, tek başıma savaşmalı, Evrensel Terör'ü insanlık adına alaşağı etmeliydim." diyerek kendini motive ediyor.
18 yıl dışarı çıkmadan yatağında kalıyor. Yatağının yanı bir yığın kitapla dolu...

İnsanın yaşadığı evreni bir anlam dizgesi çerçevesinde yorumlayamadığı zaman, en küçük gündelik olaylar bile şok değeri kazanmakta, travmaların birikimi nevrozlara, psikozlara dönüşmekte. İnsan hayatın hiçbir kutsalı olmadığını kabul ettiği zaman karamsarlaşıyor.
Hayatın yaşanmaya değer bir şey olmadığını, içinde zoru zoruna sürüklenilen karanlık bir anlamsızlık geçidi olduğunu düşünüyor. Hayat saçmadır diyerek hayatına son verme girişimine giriyor.

Ayşe Şasa düşüp kaldığı yerden, onu tutup kendine çeken şeyi ifade ederken hep bir tek adla, bir kitap adıyla ifade edeceğim diyor. 
Fusûs.

Hz. Muhyiddin İbn Arabi'nin yediyüzelli yıllık Fusûs-ül-Hikem'i.
Bunun modern cahiliyeden bir kez daha din dairesine dönüşün, nihayetten bidayete dönüşün hikayesi olduğunu söylüyor. 40 yaşında bir velinin tasarrufuna giriyor: Hz. İbn Arabi'nin. 
Daha önce alem sonlu iken, ölümle biterken ve madde dünyasında sınırlıkyen bir çeşit sonsuzluk deniziyle karşılaşıyor. Maddeye ve aleme ait kavrayışı değişiyor. Davranışı ve refleksleri de buna bağlı olarak değişiyor. Bu değişim onu hayrete düşürüyor, hayret ise şifaya dönüşüyor. Şifa arttıkça hayret artıyor. "Rabbim, hayretimi arttır." diye sık sık dua ediyor. Niyetlerimizi dualara yükleyelim diye de ekliyor Ayşe Şasa.

Ayşe Şasa'nın bu süreçte çok güzel gözlemleri ve analizleri var. Onları aşağıya ekliyorum.

Modernite hayatı yataylaştırmış, dünyevileştirmiş, kurutup içini boşaltmış: dikey uhrevi boyuttan, vahiyden, hikmetten koparmıştır. Dikeyin yeniden tesisi, kutsalın yeniden tesisi için hidayet, ilahi rehberlik gerekmektedir. Burada iki alemin aydınlığı, alemlerin şifası, insan-ı kamil devreye girer.
Medyada kariyer yapan mümin için verim ve bereket kalbi her an alemdeki ilahi iletilere açık tutmaktan geçer. Bu konuda yapılacak dualarından biri şu olabilir:
"Rabbim, bizi Senden ruhlara, ruhlardan yüreklere, yüreklerden yine yüreklere ve yine Sana yönelen iletişime dahil et, bizi ve teknolojimizi onsekiz bin alemde her an sürüp giden bu iletişim cümbüşünden nasibdar kıl."

Aslında insandan hayret duygusu yok olunca etrafındaki mucizeleri göremiyor. Yaşamın ilahi bir mucize olduğunu, yaşamın her anında ilahi menşeli ayrı bir mucizenin vuku bulduğunu göremiyor. Hayatın harikulade bir armağan olduğunu, yüce bir gaye içerdiğini yaşamanın insan olmanın sonsuz bir baht olduğunu bize öğretmediler. İnsan bu hayret duygusunu yeniden edinmeli, tefekkür etmeli. Allah'ı düşünmeli. "Rabbim, hayretimi arttır." diye dua etmeli...

İnsan alemin gözbebeği. Allah'ın sevdiğidir. Sonsuzluk alemi içinde bir parçadır. 
Modern dünya -haşa- insanı ilah kabul ederek hayatın merkezine koyuyor. İnsan aslında taşıyamayacağı bir şeyi yükleniyor. Ve taşıyamadığı içinde başarısızlıkla karşılaşınca karamsarlığa düşüyor. İntiharlar ve delirmeler buradan çıkıyor. Ama insana asıl görevini anlattığınız zaman alemin merkezinde yer aldığını, zübde-i alem olduğunu hatırlattığınız zaman işler değişir. İman, insanı insan ediyor. Nefsini denetim altına almasını sağlıyor. Bu denetim arttıkça müspet melekeleri daha çok canlanıyor. Tevazu sahibi oluyor.
Ayşe Şasa hayatını şöyle anlamlandırıyor: 
"Kıyamet günü Yaratıcı'ya anlamlı ve onurlu bir hayat anlatabilmeliyim." 

Buraya nasıl geldiğini ise şöyle özetliyor:
"Kendi kendime buraya nasıl geldim diyorum.Ve hatırlıyorum: "Gaflet Çölü'nü geçtim, Hidayet Vadisi'ne yürüdüm. Tevhid Dağı'nı tırmandım ve bir dönemeçte buraya, Hayret Yayla'sına vasıl oldum."
Nasiplenenlerden olmak duası ile..

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kitap Özeti: Kendinle Savaşma Sanatı

Yabancılaş-ma!

Kitap: Benliğini Arayan Çocuk-Virginia M.Axline